26 Eylül 2016 Pazartesi

NOW YOU SEE ME 1-2




















Aslında bu filmi yazıp yazmama konusunda çok düşündüm. Elime bilgisayarı aldım aldım bıraktım. Bu film bir başyapıt değil. Ödüllü bir film de değil. Ama izlediğiniz o 2 saatlik zamanı eğlenceli geçireceğiniz ve 2 dk sonra ne olacağını gerçekten merak edeceğiniz bir film. Filmin içeriğini size pek anlatmayı düşünmüyorum. İki filmden oluşan bir seri film. Birinci film çıktığında –now you see me- düşük bütçeli olmasına rağmen güzel bir hasılat ve izleyici kazanmıştı. Vizyondayken gidememiştim ama merak etmiştim bayaa.. izlemek şimdi nasip oldu. İnsanların neden bu filme bayıldığını, serinin ikinci filmini niye heyecanla beklediklerini anladım. Gerçekten muazzam bir film. Hem size illüzyonun arka yüzünü akıllıca bir şekilde gösteriyor hem de aksiyonu hiç elden bırakmıyor. Kendilerine “mahşerin dört atlısı” adını verdikleri 2 sihirbaz(illüzyonist demek daha doğru olur) 1 hipnozcu ve 1 hırsızdan oluşan toplam 4 kişi kendilerine verilen görevleri yapıp “göz”e girebilmek için bir araya gelirler. Göz dedimiz şeyi ise illüzyonda usta kişilerin bir araya geldikleri dernek gibi düşünün. Akabinde şovlar,gösteriler,Robin Hood’culuk oynamalar,eski düşmanlar,yeni dostlar,FBI,vs..vs.. soluksuz izledim diyebilirim ilk filmi.



İkinci filmde ise şöyle bir taktik uyguladılar ve kadroya Daniel Radcliffe nam-ı diğer Harry Potter’ı dahil ettiler. Filmi izlemeden önce bende şöyle bir düşünce oluştu. Bu adam dünyanın sihirbazı, herkes tanıyor, filme katılan merakı arttırdı ve tanıtımda ellerindeki altın kase oldu. Burası tamam.. Mahşerin dört atlısına beşinci olarak eklendi diye düşündüm. Ayy dedim yeter artık şu adama artık sihirbaz rolü vermeyin. “now you see me 2” yi izledim kiiii bir de ne göreyim Daniel filmin kötüsü, ve gerçekten oyunculuğu gözümü kamaştırdı. Normalde böyle uzun soluklu seri filmlerde oynadığı karakter sevilmişse oyuncunun üstüne öyle bir yapışıyor ki. En basitinden ben bir Harry Potter hayranıyım. Arkadaşım bana gelip now you see me 2 yi izledin mi Harry oynuyo diyo, Radcliffe demiyor. Artık yapışmış adamın üstüne o Harry rolü. Ama bu filmde de artık o rolün yükünden kurtulup oyunculuğunu daha da yükselttiğini kanıtladı. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Daha bikaç satır yukarıda Radcliffe’i kadroya dahil ederek taktik uyguladıklarını söyledim ve bakın o zamandan beri ondan bahsediyorum.:)


Aslında ilk filmde benim atlılardan ilgimi çeken biri daha olmuştu. Daniel Atlas rolüyle izlediğimiz Jesse Eisenberg (üst resimde koltukta en sağda oturan-bize göre). Çok üstünde durmamış hatta adına bile bakmamıştım. Ta ki bu yaz vizyona giren Woody Allen’in son filmi Cafe Society’nin fragmanında görene kadar. Başrolde oynuyor bu arada bilmeyenler için altını çizeyim. Dedim ben bu oyuncuyu bir yerden hatırlıyorum. Listeden ismine baktım, ordan filmografisine derken nerden hatırladığımı buldum. Now you see me!! serinin ikinci filmini izlememde etkisi büyük. Mark Ruffalo’yu da es geçmemek lazım tabi. Kendine hayran bıraktı bu filmde beni, ben böyle bir performans beklemiyordum açıkcası. 

Filme geri dönersek; açıkcası senarıste de hayran kaldım. Her şey birbiriyle o kadar bağlantılı ki filmin sonu geldikçe şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. İki filmde de en son yapılan gösteri o zamana kadar yapılanların derlenmesiyle yapılıyor. Ama siz anlamıyorsunuz tabi ki. En sonda gösteri yapılıyor aslında gösteri demek pek doğru olmaz ama daha fazla spoiler vermek istemiyorum. En sonda illüzyonun perde arkası anlatılıyor. O zaman vay bee dedim yani gerçekten. 
İlk 1-2 dakika kendime gelemedim.

İzlenmeye değer olduğunu düşünüyorum.

dipnot: Serinin ilk filminde atlılardan Henley Revees rolüyle izlediğimiz Isla Fisher boğulma tehlikesi geçirmiş. Şöyle ki filmin başında Henley'in su dolu bir fanusta gösterisini görüyoruz. Sahne şu; Henley elleri kelepçeli şekilde su dolu fanusa atılıyor ve illüzyon olduğu için kelepçeden kurtulacak. Ama o sahne çekilirken Isle kelepçeyi açamıyor tabi sahne için kamera sürekli çekiyor. diğer yandan Isla'nın nefesi tükeniyor,çırpınıyor. Fakat herkes rol yaptığını sanıyor ve Isle Fısher suyun altında 4 dk kalmak zorunda kalıyor. Sonra ekipten biri farkediyor boğulduğunu ve hemen kurtarıyorlar.

dipnot2: Serinin ikinci filminde çok beğendiğim bir sahnenin videosunu buraya koymak istiyorum.Hem merakınız artsın hem de gözleriniz kamaşsın.. İyi seyirler..


2 Haziran 2016 Perşembe

EX_MACHINA




İyi bir yazılım şirketi çalışanları arasında bir yarışma yapıyor ve ödül olarak kimsenin daha önce görmediği şirketin CEO'sunun evinde 1 hafta tatil kazanıyor. Tatili kazanan kişi şirketin iyi yazılımcılarından Caleb (Dohmnall Gleeson),  CEO Nathan (Oscar Isaac)' ın  şehre uzak, dağ evine götürülüyor. Ama ev görünümlü araştırma merkezinde Nathan'ın deneyinin bir parçası olacağından habersizdir. Nathan , Ava adını verdiği bir yapay zeka ( Alicia Viakander) yapmıştır. Turing Testi* yapacaktır ve Caleb bu testin insan ayağını oluşturacaktır. Ava her ne kadar robot olsa da güzel bir kızdır. Ava ve Caleb'in ilk görüşmesinden sonra herşey birbirine karışacaktır. Senarist ve yönetmen koltuğunda Alex Garland'ı gördüğümüz bilim kurgu, psikolojik gerilim filmimizde bilimin sınırlarını zorluyoruz. Hatırlayacağınız gibi Oscar ve Bafta ödüllerinde adaylıkları vardı. En iyi görsel efekt oscarını kazandı bu arada :)














K.S.::: Bir bilim kurgu aşığı olarak ben filmi beğendim. Şöyle ki güzel bir bilim kurgu filmi ortaya çıkarmak istiyorsanız ilk önceliğiniz senaryo olmalı (bence tabi..) Neden mi? Çünkü senaryonuz ne kadar tutarlı ve akla yatkınsa o kadar gerçekçi oluyor ve izleyiciyi filmin içine daha çok çekebiliyor. Görseller ne kadar şahane olsa da senaryo etkileyici ve tutarlı değilse ( bakın gerçekçi demiyorum tutarlı diyorum. zaten bilim kurgu izliyosun nasıl bi gerçekçilik beklersin ki o filmden ama tutarlı olursa mantıklı olur, gerçekçi değil.) Tabi film İngiliz filmi olunca gerçekçiliği bi daha düşünüyorsunuz ister istemez. Kapalı kutular sonuçta yapmış olabilirler diyorsunuz bazı şeyleri izlerken.
Oyuncular gayet minimal sayıda maksimum performansla karşımızda. Topu topu 4 karakterimiz var. Size tavsiyem filmin ilk 15 dakikasını GERÇEKTEN dikkatli izleyin. Olaylar biraz hızlı ve testlerin anlatımı başlangıcı falan derken kafa karışıyor biraz. Şöyle bir örnek verim (-biraz spoiler olacak-) Caleb'in yarışmayı kazanıp eve gidip Nathan ile tanışması ilk 2-3 dk içinde oluyor. Baştaki kısmı zaten izleyici biliyormuş gibi sözel olarak oyunculardan duyuyoruz.



Biraz araştırdım ve size Turing testinden biraz bahsetmek istiyorum. Test adını Alan Turing den alıyor. Tahmin de edebildiğiniz gibi soyadı :) Alan Turing bilgisayar biliminin kurucusu kabul ediliyor. Geliştirdiği bu test ile makinelerin ve bilgisayarların düşünme yetisine sahip olup olamayacaklarını öne sürüyor. -Anladığım kadarıyla aktarmaya çalışacağım- Bize bu test için bir bilgisayar/yapay zeka, bir gönüllü insan ve bir de sorgulayıcı(insan) lazım. Sorgulayıcı bilgisayarı ve insanı görmeden, hangisinin kim olduğunu bilmeden karşı tarafa sorular soruyor. Soru-cevap sırasında ses farklılaştırılıyor ya da klavye kullanılıyor. Tabi bu arada sorgulayıcıya diğer katılımcılar hakkında bilgi verilmiyor. Tüm bu soru-cevaplardan sonra sorgulayıcı tutarlı bir şekilde hangisinin insan olduğunu belirleyemezse makine testi geçmiş demektir.



Filmde bu testte bazı değişiklikler yapılmış. Mesela bir gönüllü yok. Sadece sorgulayıcı ve makina var. Sorgulayıcı-Caleb, makina da Ava. Soru cevaptan sohbet aşamasına geçiyorlar. Sıkıntı şu ki Ava oradan kurtulmak için Calep'ten yardım istiyor. Calep ise hala gerçeklikle sanal arasında gidip gelirken Nathan'ın Ava'dan başka yapay zeka yaptığını öğrenmesiyle işler sarpa sarıyor.
Film durağan işliyor. Zaten yukarıda yazdıklarımdan sonra da çok aksiyonlu bir film beklemek olmazdı :) Ama kesinlikle sıkılmadan izleyebileceğiniz, bilimin yeterince içinde, kendinize 'acaba?' sorularını sıkça soracağınız bir film. Oyuncular da iyi iş çıkarmış. Özellikle bu role Dohmnall'in seçilmesini çok beğendim, bakışlarında hep bir saf ifade var ve rolüne çok uygun. Tabi sonradan bizi şaşırtmayı da başarıyor kendileri!!! Filmin sonuna yönelik kafanızdaki senaryoyu sürekli değiştireceksiniz izlerken. Bu yönü çok güzel çünkü sıkılmıştık artık yapay zekalarla ilgili klasik filmlerden. Size farklı bir tat vereceğine inanıyorum. :) Ne dersiniz, Ava turing testini geçmiş midir?












dipnot 1: senarist, yönetmen Alex Garland biraz Turing kafasında. O da makinaların duygularının olabileceğinin  görüşünü savunmuş hem de 11-12 yaşlarındayken. Bazı bilgisayar kodlamaları yaparken nörobilime merak salıyor ve araştırmalar sonucunda böyle bir hikayeye başlıyor.

dipnot 2: Alan Turing'in 2. Dünya Savaşı sırasında Almanların enigma kodunu kırdığı ve hayat hikayesinin anlatıldığı film Enigma:Yapay Oyun'u merak edenler için------- http://kafafilmografi.blogspot.com.tr/2015/10/the-imitation-game-2014.html  yazımıza bakabilirsiniz :)











25 Nisan 2016 Pazartesi

THE DROP


Bob Saginowski, barmenlik yapan, bir şekilde kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan eski bir suçludur.Kuzeni Marv ile işlettiği bu bar aynı zamanda kara para aklayan bir çetenin teslimatlarının yapıldığı ve sahiplendiği mekandır. Brooklyn’de önemli bir yer olan bu barda aklanan kara paralardan haberleri olmasına rağmen Bob ve kuzen Marv ses çıkarmaz. Bir gece iki hırsız tarafından bardaki paraların çalınmasıyla işler değişir. Çünkü  Çeçen gangster parasını geri almak istemektedir. Bob bir akşam eve dönerken çöplükte duyduğu köpek seslerini takip eder ve acımasızca dövülmüş ve buraya atılmış yavru pitbull cinsi köpeği bulur. Sonra çöp kutularının sahibi Nadia ile tanışır ve köpeğe birlikte yardım ederler. Bu köpek Eric Deeds adında bir katil ve psikopatındır ve Nadia’nın da eski erkek arkadaşıdır. Köpeği ve kız arkadaşını geri almak ister. Bob ise bi taraftan barında yapılacak büyük teslimata hazırlanırken bir taraftan Eric’in tacizlerine maruz kalacaktır.


K.S.=Ben böyle anlatıyorum ya çok bi aksiyon,gangsterler, silahlar, şunlar, bunlar beklemeyin. Film durağan işliyor. Filmin başrolünde Tom Hardy ‘i Bob Saginowski olarak görüyoruz. Diğer ana karakterlerde James Gandolfini ve Noomi Rapace göz dolduruyor. Şimdi ben bu filmi niye izledim? Yanıt: TOM HARDY :) Filmografisine baktım ve kara şövalye-Bane , Locke ve The Drop; bu üç filmin onun açısından yükselme olarak önemli olduğu gibi bi yazı okudum.İçlerinden de The Drop (kara para) ‘ı seçtim  ve gördüğünüz gibi izledim. İlk uzun metraj kurmaca filmi “Boğa” (Bullhead) ile Oscar’a aday olan Michaël R. Roskam, ikinci filmi kara para"dasenaryoyusinemaya da uyarlanan, Gizemli Nehir, Kızımı Kurtarın, Zindan Adası gibi sarsıcı ve akılda kalıcı romanlar yazan Dennis Lehane’a bırakmış. Böyle olunca beklenti arttı doğal olarak. Film gangster filmine göre ağır işliyor biraz. Diyaloglar daha fazla.. Senaryo da yer yer durağanlıklar olsa da oyuncular o kadar usta bir iş çıkarmış ki ortaya; bi yerden sonra gözünüz senaryoyu görmüyo. Kavga niye canım güzel güzel konuşsunlar oluyosunuz. Açıkçası ben Tom’la James hiç susmasın istedim. Tabi Noomi’yi de es geçmemek lazım.. 
























Gansterlere farklı bir bakış açısı ile yaklaşmış. ne kadar sakin  geçsede merakınız ve devam etme isteği size filmi kapattırmıyor. Özellikle Bob’ın sakin hali , tavrı, sesini fazla yükseltmemesi ama neyi nasıl yapması ve söylemesi gerektiğini çook iyi bilmesi birazzz ürpertici.. O kadar sakinki nasıl yaa dedim nasıl yaa kesin bunun sakinliğinden bişey çıkıcak.. kii çıktı da :) Adam psikopat çıktı sonunda.. Spoiler vermiş oldum birazcık ama şok yani sabah kalktığımda hala aklımda o sahne vardı (söylemicem tabi ).
Genel olarak filmi beğendim. Oyunculuklar gerçekten harika. Yukarıda da dediğim gibi senaryoda bazı boşluklar, aksamalar var ama oyunculara o kadar yoğunlaştım ki girdim resmen olayın içine. Rocco da çok tatlıydı tabikii :)

























26 Mart 2016 Cumartesi

CHILDREN OF MEN




Yıl 2027 olmuştur ve ayakta kalan tek ülke İngiltere’dir (niye acabaaa ?? ) Diğer ülkelerden gelen mülteciler de İngiltere’ye girmek istemektedir. Yaklaşık 19 yıldır dünyada doğum olmamıştır, infertilite (kısırlık) ortaya çıkmıştır ve kadınlar gebe kalamamaktadır. En genç insanın 18 yaşında ölmesi ise ülkeyi tam anlamıyla yasa bürümüştür. Esas oğlanımıza gelirsek; Theo memur olarak çalışıyor. Tabi bu karışık ortamda gelen mülteciler,patlayan bombalar durumun vahimliğini gösteriyor. Derken birgün Theo eski eşi tarafından kaçırılıyor. Eşi mülteciler için bir çetenin başı. Theo’dan bir siyahi kızın ülkeye geçişi için izin kağıdı çıkarmasını istiyor (!). Theo da para karşılığı bu riskli işi kabul ediyor. İzin kağıtları, geçişler ayarlandı derkeeenn liderimiz öldürülüyor ve Theo bu genç kızı mültecilerin saklandığı yere götürüyor. Tabii bu genç kızın 8 aylık hamile olduğunu öğrenmesiyle herşey değişiyor. Artık tek umutları doğrulundan bile emin olmadıkları 'insan projesi'.




K.S. = Distopik bir dünyada insanlar bu sefer açlık yerine üreyememe sorunu ile karşı karşıya. Farklı bir bakış açısı; ama beğendim. Genelde farklı listelerde gördüğüm bir filmdi. Merak ettim ve açtım. Daha ilk dakikalardan patlayan bombayla filmin içine giriyorsunuz ve beklentinizde aynı doğrultuda yükseliyor. Esas oğlanımıza bayıldım (Cliwe Owen). Sadece onu izleseniz yeter yanii.



 Etik açıdan baktığımızda kadının hamile olduğunu göstermek için tüm kıyafetini çıkarması anlamsız geldi bana, daha doğrusu abartı geldi. Ama bi o kadar da o görüntü tüm çıplaklığı ve saflığıyla yüreğinizde hafif bir burukluk ta yapıyor. Bebek dediğimizde ya da hamile bir kadın gördüğümüzde aklımızda beliren duygular neydi? Umut, mucize, bekleyiş hepsini fazla fazla hissediyorsunuz. Özellikle 19yıl aradan sonra gelen bir bebek tüm dengeleri altüst etmeye yetiyor ki bebeği doğuracak kadının siyahi ve mülteci olması apayrı bi konu.  Ama doğana kadar her ikisinin de saklanması gerekiyor. Bunu sağlayacak kişide Theo.(En önemli sorulardan biri; böyle bir kaçma ortamında bu bebek nasıl doğacak? Şu zamana kadar izlediğim OLABİLECEK en mantıklı doğum sahnesiydi. cidden tebrik ediyorum..)




 Olaylar, çatışmalar, fedakarlıklar ve umuda yolculuk.. Duygu yoğunlu yüksek bir film. Beni en etkileyen sahnelerden birini de söylemeden geçemiyeceğim. Bir çatışma alanındayız, bir evden kaçmaya çalışırlarken insanlar bebeği görüyor, tabii herkes ŞOK. Günler önce 18 yaşındaki bir gencin ölümüyle yıkılan halk 1-2 günlük bir bebek görüyorlar bir kadının kucağında. Herkes pürdikkat çocuğa bakıyor, kimi dokunmaya çalışıyor; en can alıcısı binadan çıkmaya çalışırlarken bunları bir komutan görüyor tahmin edeceğiniz gibi o da şokta. Hemen askerlere ateşi kesip yol açmaları için bağırıyor. Askerlerde bu minikten gözlerini alamıyor. Dua eden mi dersiniz , diz çöken mi dersiniz her türlüsü var. 





Film bittiğinde aklıma ilk gelen şey çok sevdiğim bir diziden sözdü: Avcılığın en eski kuralı ; herkesi kurtaramazsın..  filmi izledikten sonra sizinde aklınızda bu sözün kalması dileğiyle iyi seyirler…




19 Mart 2016 Cumartesi

SEVEN SAMURAI (YEDİ SAMURAY)


Asya’nın gelişmesine en çok katkıda bulunan isimlerden biri olan Akira Kurusawa’nın oldukça saygınlık kazanmış filmlerinden sadece biri olan , 1954 yapımı Seven Samurai macera, aksiyon, dram ve savaş türünde bir filmdir.
Aslında Samuray , eski Japonya’da soylu asker sınıfı için kullanılan bir terim olmakla  birlikte köken bakımından eski Japoncada ‘hizmet etmek’ manasına gelen saburau kelimesinden türemiştir. İşte bu bilgiler ışığında filmin konusuna gelecek olursak; oldukça fakir bir köyün sürekli olarak haydutlar tarafından işgal edilmesi , yağmalanması ve köy ahalisinin bu duruma bir çözüm bulması filme genel bir bakış niteliğindedir. Şöyle ki; bir gün köylülerden biri, haydutların hasat vakti gelip köye saldıracaklarını duyar. Bunun üzerine köylü bir olup bu duruma engel olmak için köyün yaşlısı olan Gisaku (Kokuten Kodo)‘ya giderek akıl danışırlar.Gisaku en iyi yolun samuray kiralamaktan geçeceğini düşünmektedir ancak kiralayacakları samuraya verecekleri pek bir şeyleri yoktur. Samuray arayışları bu yokluk yüzünden aksaklıklara, umutsuzluklara yol açsada, yaşlanmakta olan samuray Kambei Shimada (Tahaski Shimura) ile karşılaşmaları onlar için yeniden bir umut ışığı olur. Kambei , köy için gerekli tüm savunma planlarını hazırlayarak  köylüyü büyük bir savaşa hazır hale getirir. Film, savunmanın taaruzdan daha da zor olduğunu göstererek izleyiciyi bir duygu karmaşasının içinde bırakarak sona erer.


F.Ö.: Öncelikle yorumuma son zamanlarda izlediğim en uzun (3 saat 27 dakika) filmdi diyerek başlamak istiyorum.Sıkıldın mı? ya da bu kadar uzun bir film seçtiğine pişman mısın? diye soracak olursanız, kesinlikle HAYIR derim. Müthiş ötesi ve tek kelimeyle dört dörtlük bir filmdi.Aşk, komedi, dram, savaş, felsefe, dönem,... birçok konuya yer vermiş, mükemmel oyunculuklar, mükemmel kurgu ve daha fazlasının da yer aldığı övmekle bitiremeyeceğim bir film.Filmde dikkat ettiğim ve kayda değer gördüğüm birkaç nokta şöyle olacaktır; AÇLIK, kimi zaman insanları bazı şeyleri sorgulamadan yapmaya(kabul edişe) iterken kimi zaman da aç kalmamak uğruna çeşitli dolaplar çevirmeye iter.Yüksek ayarda konuşmak, ses yükseltmek, bağırmak,...kelime kalıplarının hepsi hemen hemen aynı şeye işaret etse de çoğunlukla kullanım yerleri farklıdır.BAĞIRMAK. Evet bağırmak. İçlerinden seçtiğim bu kelimenin özellikle savaş alanlarında askerlerin korkularını yenmeleri ve kendilerini güçlü hissetmeleri için verilen bir komut doğrultusunda gerçekleştirmeleri dışsal ve beraberinde içsel güdülenmeyi de tetikler. Filmde de benzer bir durumun var olduğunu, çaresiz, güçsüz, ve korkak köylülerin hep bir ağızdan bağırarak çaresizlik duygusundan bir an içinde olsa kurtulduklarını görürüz.
Siyah-beyaz film izlemeyi seven , film izlerken kaliteli vakit geçirmek isteyen ve zamanı bol olan herkesin izleyebileceği enfes bir film.



6 Mart 2016 Pazar

SPIRITED AWAY( RUHLARIN KAÇIŞI)


Film,elli yılı aşkın süredir animasyon dünyasının içinde olan, animasyonun en büyük ustalarından biri sayılan Hayao Miyazaki’nin eşsiz bir eseridir.2001 yapımı olan bu anime film macera türündedir. Akademi Ödülleri’nde (Oscar) En İyi Animasyon, Annie Ödülleri’nde Bir Animasyon Üretiminde Üstün Yönetmenlik ve Bir Animasyon Üretiminde Üstün Senaryo, Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Altın Ayı, Japon Akademisi Ödülleri’nde En İyi Film, Tokyo Anime Ödülleri’nde Kayda Değer Giriş-Japon Filmi, Yılın Animasyonu, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve En İyi Karakter Tasarımı kategorilerinde ödüller kazanmıştır. Ayrıca Spirited Away İlk Animasyon Oscar’ını kazanan film ünvanına da sahiptir.                                                                                  
Film, Chihiro ve ailesinin yaşadıkları kasabadan ayrılıp, başka bir yere taşınmaları sırasında başlarına gelen maceraları konu almaktadır. Chihiro’nun babasının gidecekleri doğru yolu bulamayıp, yanlış yere sapmasıyla Chihiro ve ailesinin karşısına terk edilmiş bir oyun parkı çıkar. Bu parkla ilgili bilmedikleri birşey vardır ki, bu da parkın sahiplerinin insanlardan nefret ettiğidir.Chihiro, annesi ile babasının oyun parkındaki sihirli yemeklerden yiyerek domuza dönüşmeleri sonucu onları orada bırakıp kaçmak yerine kimliksiz kalmak pahasına da olsa onlar için mücadele etmeyi tercih eder. Filmin sonunun saflığın,temizliğin ve gerçek bir mücadelenin hak ettiği bir son olduğunu göreceksiniz


F.Ö.: Hayao Miyazaki ile tanışmam ‘Spireted Away’ sayesinde olmuştur.Bu yüzden bu filmin benim için yeri çok başkadır. Tam anlamıyla animelere olan bakışımı değiştiren, bu işlerle uğraşan insanlara hayranlığımı on kat daha arttıran, üzerinde konuşmaktan hiç sıkılmayacağım, bir daha  ve tekrar bir daha izleyebileceğim ve sonuna kadar izlenmesini tavsiye edebileceğim çok değerli bir anime filmi. Filmi başından sonuna kadar büyük bir merak ve heyecanla izlediğimi söyleyebilirim.Açıkçası filmi izlerken birazda karakter tahlili yapmaya çalıştım. Çok başarılı olduğum söylenemez ama nacizane elde ettiğim birkaç sonucu sizlerle paylaşmak isterim. İlk olarak Chihiro’nun anne ve babasının almış oldukları güzel kokuların peşinden hiç bir şeyi umursamadan gitmeleri ve kim ya da kimlere ait olduğu bilinmeyen yemeklerle karşılaşınca büyük bir açgözlülükle bu yemeklere saldırmaları sonucu domuza dönüşmelerini; meraklı ve açgözlü insanların domuza benzetilmiş olacağına yorabiliriz. Bir başka tahlilim ise, Noface(Yüzsüz) ismiyle çağrılan karakterin Chihiro ile yalnızken çok iyi olması ancak kalabalık ve üstelik her istediğinin yapıldığı bir ortama girince saçmalaması, kötülükler yapması , istediğini yapmayanı yemek istemesi kısacası yüzsüzleşmenin güzel bir örneğini göstermesi de ismiyle çok da güzel bağdaşdığının bir kanıtı bence.Daha nice güzel göndermelerin bulunduğu bu filmi kesinlikle izleyin derim. Son olarak; animelerin güldüren ,eğlendiren ve animasyon tadında çizgi filmdir tanımlamasını da doğru bulmadığımı da belirtmek isterim.Animelerin çocuklar için eğitim ve komedi amaçlı yazılırken yetişkinler içinde felsefe, psikoloji, barış, cinsellik,…vb. konular hakkında yazıldığını göz önüne alırsak, gerçekten arkasının hiç boş olmadığını da görmüş oluruz.





5 Mart 2016 Cumartesi

SEKİZ BUÇUK


Sekiz Buçuk, sinema tarihinin en önemli filmleri arasında yer alan ve İtalyan yönetmen Federico Fellini denilince akla gelen nadir filmlerden biridir.En İyi Yabancı Film ve Kostüm Oscarı’nı alan film , 1963 yapımı olup dram ve fantastik türündedir.Filmin konusuna gelecek olursak; Guido Anselmi (Marcello Mastroianni) dünyaca tanınmış İtalyan bir yönetmendir.Yeni filmi için hazırlıklara başlamış ama bir türlü tam olarak ne yapacağına, hangi yolda ilerleyeceğine karar verememiştir.Yani Guido bir tür çıkmazın içindedir.Aslında Guido ,insanların içinde taşıdığı bütün ölmüş şeyleri ebediyen gömmeye yarayacak bir film yaratmak istemektedir. Ancak bir türlü bu cesareti kendinde görememektedir.Gerçek ile hayal evreni arasındaki ikilemin getirmiş olduğu buhranlı hava  Guido’nun ne yapacağına karar vermesiyle son bulur. Film, alınan kararların olumlu bir sonuç doğurmasa da kararsızlıktan daha iyi olacağına işaret ederek son bulmaktadır.



F.Ö.: Federico Fellini’nin bir nevi otobiyografisi sayılabilecek bu film gerek konu işleyişi gerekse konuya psikolojik yaklaşımıyla beni kendine çekmiştir.Filmin ilk ve son sahnelerinin titizlikle hazırlandığını düşünmekteyim.Özellikle ilk sahne, izleyiciyi filme karşı çok iyi güdülemektedir yani izleyicideki merak duygusunu çok yukarılara taşımaktadır. Filmdeki başkarakterlerin yanı sıra diğer karakterlerinde göz doldurucu nitelikte olduğu yadsınamaz. Filmi izlerken arada filmden uzaklaşmalar, kopmalar yaşasamda film, sanatın bu denli güzel kullanıldığı , sadece tekdüze anlatımın hakim olmadığı, sıradanlıktan uzak, çok güzel bir örnek. Siyah-beyaz film izlemeyi seven ve böyle eşsiz, kült filmlerin arşivinde bulunmasını isteyenlere önerebileceğim güzellll bir Fellini filmi;)